منتديات جوهرة الاسلام
تسجل معنا بالمجان واحصل على منتدى او موقع
منتديات جوهرة الاسلام
تسجل معنا بالمجان واحصل على منتدى او موقع
منتديات جوهرة الاسلام
هل تريد التفاعل مع هذه المساهمة؟ كل ما عليك هو إنشاء حساب جديد ببضع خطوات أو تسجيل الدخول للمتابعة.

منتديات جوهرة الاسلام

منتدى يأخدك الى عالم المعرفة والاكتشاف في كل المجالات
 
الرئيسيةأحدث الصورالتسجيلدخول
مواضيع مماثلة
المواضيع الأخيرة
» افضل برنامج عربي هكر ربنامج واحد فقط يتميز عن مليون برنامج يدمر يخترق يصرق يفعل ما لا تراه العين بكل بساطه ادخل وحمل هكر فلسطين
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالخميس يناير 04, 2018 8:02 am من طرف حمودي

» قناة على يوتيوب تربح منها شاهد طريقة
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالخميس فبراير 16, 2017 12:33 pm من طرف star islam

» اكثر من100 برنامج هكارز برامج اختراق مختلف وقويى نقي اي برنامج انت ترتاح فيه مع شرح الاستعمال بالكاملروابط سليمه
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالسبت ديسمبر 10, 2016 7:37 am من طرف عهد الوفاء

» اجمل اغنية شعور طفل
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالأحد أغسطس 28, 2016 9:40 am من طرف star islam

» المغرب ضد المكسيك كاس دانون 2016 Maroc vs Mexico
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالسبت أغسطس 27, 2016 9:53 am من طرف star islam

» الربح من الانترنت للمبتدئين
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالسبت أغسطس 27, 2016 9:48 am من طرف star islam

» افضل 8 برامج هكر عربيه في تاريخ العالم العربي برامج اختراق تدمير سرقه الي اخريه من السهل جدا استعمل البرامج لانها عربية ادخل وحمل
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالجمعة يوليو 08, 2016 5:43 am من طرف star islam

» برنامج رهيب لتحكم في الاجهزة على الشبكة
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالجمعة يوليو 08, 2016 5:41 am من طرف star islam

» جائزة السنة هنيئا لفائز 50 دولار
KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالجمعة يوليو 08, 2016 5:39 am من طرف star islam

فتاوى واسئلة عن الاسلام
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
افحص جهازك بالمجان
KARA DEVRİMLER -3 Viruss10
منتدى الزواج الاسلامي
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
saad lchgar
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
موقع صباغة الديكور والفيرني
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
منتدى يسوع
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
كل البرامج تجدها هنا
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
جمعية الزهور zohor
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
ابحت عن عمل
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
اكبر تجمع عربي على النت
KARA DEVRİMLER -3 I_icon_mini_login
التجارة مع الله
KARA DEVRİMLER -3 Tvquran_14
منتدى اسلامي للنساء
KARA DEVRİMLER -3 F4i01210
ألعب مجانا بدون تحميل
KARA DEVRİMLER -3 Playno10

 

 KARA DEVRİMLER -3

اذهب الى الأسفل 
كاتب الموضوعرسالة
haakan
وسام ذهبي
وسام ذهبي
haakan


ذكر عدد الرسائل : 655
نقاط : 1830
تاريخ التسجيل : 16/07/2009

KARA DEVRİMLER -3 Empty
مُساهمةموضوع: KARA DEVRİMLER -3   KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالجمعة سبتمبر 04, 2009 3:14 pm

TÜRK CEZA KANUNUNUN KABULÜ

Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği kara devrimlerden biri, 01 Mart 1926 günü Türk Ceza Kanununun (İtalya’dan alınarak) kabul edilmesidir.

Padişahtan aldığı yetkiyi kullanarak ve ilk başta Müslüman halkın KARA DEVRİMLER -3 Ataturkdini duygularını dikkate alarak hareket eden Mustafa Kemal; ortam oluşturduktan ve kontrolü eline almaya başladıktan sonra, hilafet müessesesini devre dışı bırakmaya ve yeni bir yönetim oluşturmaya başlamıştır. Yeni bir meclis (TBMM) kurduktan sonra da, adım adım bir takım inkılaplar gerçekleştirmiş, böylece arzu ettiği rejim üzere bir devlet oluşturmuş ve anti İslami fikirlerini toplum hayatına hakim kılmaya çalışmıştır.

Kurulan ilk mecliste, gidişattan endişe duyup aykırı sesler çıkanlara çok ustaca müdahale etmiş, bu meclisin geçici olduğunu, durum düzelinceye kadar işlerin idaresini üstleneceğini, devletin başında mutlaka bir halifenin bulunacağını söyleyerek ortamı yumuşatmıştır. Ancak bir yandan, yeni kurulan meclisin öncelikli işinin kurtuluş savaşını yürütmek olduğunu söylediği halde, öte yandan kafasındaki Laik Cumhuriyetin temelini oluşturan esaslı yasaları çıkartmıştır.

TBMM’nin çıkardığı ilk anayasa olan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilmiş; bu anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesine yer verilmiş, yasama, yürütme ve yargı yetkileri meclise verilmiştir. Böylelikle ileride Cumhuriyete geçmenin de yolu bariz bir şekilde açılmıştır.

Nitekim 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmiş ve 1921 anayasasına “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmü eklenerek rejimin adı konulmuştur. 1924 anayasasında meclisin tekliği ve kalıcılığı, Cumhuriyetin değişmezliği gibi esaslı hükümlere yer verilirken, Müslüman halkın İslami hassasiyetini dikkate alıp dengeyi korumaya yönelik bir kurnazlıkla “Devletin dini İslam’dır” hükmüne de yer verilmiştir. Bu hüküm, Mustafa Kemal’in Laik Cumhuriyet fikrine tamamen zıt olsa da ortamı yumuşatmaya yönelik siyasi bir manevra olup, saltanatın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, cumhuriyete geçilmesi gibi hususlar, bu hükmün anayasada yer almasında etkili olmuştur. Nihayet ortam yatışınca 1928 yılında yapılan değişikliklerle bu hüküm anayasadan çıkarılmış, 1937 yılında ise anayasaya “Türkiye, laik bir hukuk devletidir” hükmü konularak laik devlet düzenine geçilmiştir.

Mustafa Kemal; yeni kurulan rejimin yeni hukuk düzenini oluşturmak için Avrupa ülkelerindeki kanunları incelemek üzere komisyonlar kurdurmuştur. Çünkü Mustafa Kemal, İslam hukuk sisteminin yetersiz, eksik, çağdışı ve Anadolu insanının yaşam biçimine uygun olmadığına inanmaktaydı. Konuyla ilgili bir sözü şöyledir : “Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz”

Başka bir sözü ise şu şekildedir : “Sarık ve cüppeyle artık dünyada muvaffak olmanın imkanı yoktur. Yaptığımız muazzam inkılaplarla medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik.”

1923 yılında Bursa’da yaptığı bir konuşmada da konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir : "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."

Dolayısıyla 17 Şubat 1926 yılında İsviçre’den alınma Medeni kanun kabul edilmiştir.

Mustafa Kemal; ceza hukuku alanında da İslam ahkamını çağdışı görüyor ve yeni kurulan rejim için en uygun ceza kanunlarının Avrupa ülkelerinde uygulanan kanunlar olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla medeni kanunun kabul ettirilmesinden sonra, İtalya’dan alınma Türk Ceza Kanunu oluşturulmuş ve 01 Mart 1926 yılında meclisten geçirilmiştir.

Mustafa Kemal; 5 Kasım 1925 yılında Ankara Hukuk Okulunun açılışında konuyla ilgili düşüncelerini şöyle ifade ediyor: "Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz."

Yine 1925 yılında konuyla ilgili yaptığı bir konuşmada şöyle diyor Mustafa Kemal : “Büsbütün yeni kanunlar meydana getirerek eski hukuk esaslarını temelinden sökmek teşebbüsündeyiz. Bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi tatbik etmek refah ve ilerleme vasıtalarının en mühimlerindendir.”

Böylece Mustafa Kemal; 01 Mart 1926 günü batıdan alınma Türk Ceza Kanununun kabulüyle, gerçekleştirdiği kara devrimlere birini daha ekleyerek ilahi kanunlardan müteşekkil İslam hukuk sistemini devre dışı bırakmış ve beşeri kanunları esas alarak sosyal hayatı laikleştirmeye çalışmıştır.

Peki bütün bunlar neden yapılmıştır?

İslam dini eksik veya yetersiz mi?

Allah’ın indirdiği kitap ve hükümler çağın ihtiyaçlarına cevap veremiyor mu?

İslam dinini, Kur’an’ı, Allah’ın indirdiği hükümleri eksik veya çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar yetersiz görmek ne anlama geliyor?

Şunu kesinlikle belirtelim ki; İslam, Allah’ın kulları için seçtiği bir dindir. Bu din, insanlara sunulan bir yaşam biçimi ve aynı zamanda sosyal, siyasal ve bir hukuk düzenidir. İmtihan için yeryüzünde hayat süren insanlar, bu dini yaşamak ve toplum hayatına uygulamaktan sorumlu tutulmuşlardır. İslam’dan başka bir din, İslam’dan başka bir yaşam biçimi ve sistem kabul edilmemiş ve reddedilmiştir.

“Allah nezdinde hak din İslam'dır.” (Al-i İmran 19)

“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)

“Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.” (Nisa 105)

İnsanı yaratan Allah (cc), onu en iyi bilendir. Kainatı yaratan Allah (cc), ona tayin ettiği düzeni en iyi bilendir. Zamanı yaratan Allah (cc), geçmişi, anı ve geleceği en iyi bilendir. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmış ve O, her şeye kadirdir. Dolayısıyla İslam, hiçbir surette eksik veya yetersiz görülemez. “…..Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim…..” İslam’ın eksik, yetersiz veya çağın ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunmak, Allah’ın (cc) zatında ve sıfatlarında kusur olduğunu iddia etmek demek olur ki bu, imanı ortadan kaldırır. Allah’ın (cc) zatında da sıfatlarında da ef’alinde de hiçbir kusur yoktur. Allah (cc), (haşa) unutkan da değildir, insanın gerek bu gün ve gerekse gelecekteki ihtiyaçlarından ve hayatın her türlü sürecinden habersiz de değildir.

O halde ilahi kanunlara rağmen beşeri kanunlara ihtiyaç hissetmek, ilahi kanunların yetersizliğinden, eksikliğinden veya çağın ihtiyaçlarına cevap verememesinden değil, Allah’a ve gönderdiği İslam dinine inanmamaktan kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal’in devlet düzeni ve toplumun sosyal hayatı için yaptığı inkılaplar da bu düşüncenin eseridir. 1920’de yeni bir Meclisin ilan edilmesiyle başlayan ve 1937 yılında Laikliğin kabul edilmesine kadar süren süreçte İslam’ın bütün müesseseleri ve eserleri birer birer ortadan kaldırılmış ve İslam her yönüyle yasaklı hale getirilmiştir. Öyle ki; bir zamanlar Kur’an bile yasaklanmış ve camiler at tavlaları haline getirilmiştir. Bütün bunlar, İslam’a inanmamanın ve İslam’a düşman olmanın neticesidir. Yoksa Allah’a (cc) hakkıyla iman eden kimse, O’nun hükmünü kabul etmez mi, en doğru, en iyi ve en geçerli hüküm görmez ve boyun eğmez mi? Allah’ın (cc) hükümlerine rağmen kendisinde hüküm koyma yetkisi görür mü? Allah’ın (cc) hükümlerini eksik veya yetersiz görür mü?

“İşte O, Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm yetkisi de O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)

İnsanı yaratan Allah (cc), onu her yönüyle en iyi bilendir ve onun için en uygun, en mükemmel yaşam biçimini de hukuk sistemini de bilendir. Yaratan bilmez mi? “O her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara 29)
الرجوع الى أعلى الصفحة اذهب الى الأسفل
haakan
وسام ذهبي
وسام ذهبي
haakan


ذكر عدد الرسائل : 655
نقاط : 1830
تاريخ التسجيل : 16/07/2009

KARA DEVRİMLER -3 Empty
مُساهمةموضوع: رد: KARA DEVRİMLER -3   KARA DEVRİMLER -3 Icon_minitimeالجمعة سبتمبر 04, 2009 3:16 pm

KARA DEVRİMLER -4
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI

İslam; insanlara tevhit esaslı bir dünya görüşü sunduğu gibi, tevhit esasına dayanan bir yaşam ve yönetim biçimi de sunar. İslam’da yönetim biçimi, devlet düzeninde hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a ait olması ve ilahi hükümlerin esas alınmasına dayanır.

İslam devletinin başında, Müslüman ahalinin bey’at verdiği Alim ve Adil bir halife bulunur. Halife; İslam devletinin ve Müslümanların birliğinin sembolü ve imamıdır. (Bu gün dünyanın bütün devletlerinde devlet başkanı yada cumhurbaşkanı bulunmaktadır) Ancak İslam devleti halifeden ve hilafet makamından ibaret değildir. Halifenin, İslam hukukunda belirlenmiş yetki ve görevleri vardır. İslam ahkamının devlet eliyle tatbikinden ve tatbikinin takibinden sorumludur. Kanunların üstünde bir yetkisi olmadığı gibi, kendisi de kanunlara bağlıdır ve İslam’ın kendisine verdiği yetkinin dışına çıkamaz. Bütün bunlar İslam hukukunda belirlenmiş ve bilinen hususlardır. Nitekim halifenin İslam literatüründeki anlamı; Allah’ın (cc) emir ve yasaklarını alıp tatbik etmekle mükellef olmak, bu işle vazifeli olmak demektir. Dolayısıyla İslam hukukçuları bu kavramı, genellikle Rasulullah’ın (sav) yerine geçme (risalet görevi dışında) ve toplumu İslami kurallara göre sevk ve idare etmede O’na halef olma anlamında kullanmışlardır.

Müslümanların, devletsiz ve başsız olamayacağı hakikatinden dolayı, Rasulullah (sav) daha defnedilmeden Hz. Ebubekir (ra) halife seçilmiş ve Müslümanların bey’atını aldıktan sonra vazife almıştır. Hz. Ali’ye (ra) kadar ehliyet ve bey’at üzere devam eden hilafet, Muaviye tarafından hile ve zor karışımı taktiklerle ele geçirildi ve saltanata dönüştürüldü. Kılıç zoruyla kabileler ve kavimler arasında el değiştirdi, onu elinde bulunduran hanedan içinde babadan oğula intikal etti. Yavuz Sultan Selim, 16. yüzyılın başında Mısır seferinden sonra Halifeliği Osmanlılara taşıdı ve o tarihten 1924 yılına kadar da onlarda kaldı.

Hilafetin iki temel özelliği vardır; ehliyet ve bey’at. Halife olacak kişide bu iki temel özellik aranır, halifeliğe ehil olmalı ve Müslüman teba tarafından bey’at verilmelidir. Ancak Muaviye ile birlikte bu iki temel özellik ortadan kaldırıldı, zor kullanımıyla birlikte saltanat ve hanedanlığa dönüştürüldü. Osmanlılarda halifeliğin aynı hanedan içinde babadan oğula geçmesi, deli olanların bile halife olması ve kardeşin kardeşi öldürüp halifeliğini ilan etmesi, hilafetin aslından ne kadar uzaklaştığını, daha doğrusu saptırıldığını göstermektedir.

Mustafa Kemal; hilafeti tümden lağvedip batı standartlı laik cumhuriyet rejimini oluşturmak istiyordu. Hilafetin gelmiş olduğu nokta ve halifelik makamında oturanların yanlış icraatlarından değil, aksine İslam’a, İslami yönetime ve müesseselerine karşı olduğundan ve batıya aşırı derecede hayranlık duyduğundan dolayı bu düşünceye sahipti.

Bunu doğrulayan belgeler çoktur. Örneğin; 1907 yılında daha 26 yaşında bir subay iken Bulgar asıllı Türkolog Manolov’a; “Bir gün gelecek hayal sandığınız bütün bu devrimleri başaracağım” demiş ve konuşmasında saltanat ve halifeliğin kaldırılacağını, kıyafetten yazı harflerine kadar siyasi ve sosyal alanda değişikliklerin yapılıp tamamen Batıya yöneleceklerini ifade etmiştir.

Aynı şekilde, 1919 yılında Erzurum’da iken yakın arkadaşları arasındaki konuşmasında; Türkiye’nin yönetim şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti.

Mustafa Kemal bir yandan bu düşüncelere sahipken, öte yandan ortamın buna hazır olmadığının hesabını yaparak Müslüman halkın İslami duyarlılığını dikkate alarak son derece sinsi ve kurnazca hareket ediyor, her vesileyle halifeye bağlılık ve sadakatini ilan ediyor, gittiği yerlerde minberlere çıkıp bir vaizden daha ateşli bir şekilde İslami nutuklar atıyordu. O yıllardaki bütün gezilerine katılan ve o zaman Vakit gazetesinde muhabir-yazar olarak çalışan Naşit Hakkı Uluğ, Mustafa Kemal’in bu tutumu hakkında şu tespitlerde bulunuyor : “Mustafa Kemal, Saltanatın kaldırılmasından sonra dahi, Cumhuriyet kurma kararını ve Halifeliğin kaldırılması konusu üzerinde fikirlerini tekrarlamayı sakıncalı buluyor ve devlet şeklini, ağzına “Cumhuriyet” sözünü almaksızın, “Ulusal Egemenlik” formülü içinde her an Cumhuriyete doğru yürüyen bir yöne sevk ediyordu. Onun bu gidişatının hedefini sezen muhafazakarlar (Meclis içindeki şeriat ve hilafet isteklileri) zaman zaman Mustafa Kemal’i konuşturmak istiyorlardı. Mustafa Kemal ise bu sorulara zamanın icabına göre cevaplar vererek karşısındakileri idare ediyordu.”

Konuyla ilgili önemli bir olay şöyledir : Sultan Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılmasının ardından 18 Kasım 1922 günü meclis başkanı Rauf Orbay’ın teklifleri sonucu TBMM’de halife seçimi için müzakereler başlamıştı. Bu müzakerelerde bir halifenin seçilmesi ve ona biat edilmesi gerektiği vurgulanmıştı. İşte bu arada Mustafa Kemal yine kurnazca bir manevra yapmış ve “Arkadaşlar! Mevzubahis olan meseleyi çok münakaşa etmek, çok tahlil etmek mümkündür. Fakat zannediyorum ki münakaşat ve tahlilatta (tartışma ve değerlendirmelerde) ne kadar ileri gidersek meseleyi halletmekte o kadar münakaşat ve teahhürata (tartışma ve gecikmelere) uğrarız. Benden önce kürsüyü terk eden Yusuf Ziya bey, halife olacak zatın vazife ve salahiyetlerinin ne olacağından bahis buyurdular. Zannediyorum ki ondan önce bir halife intihap etmek (seçmek) daha mühimdir. Sonra seçeceğimiz halifeye hilafetini tebliğ edeceğiz…Binaenaleyh bu gün söylenen şeylerin hepsini halletmemiz mümkün değildir” diyerek sözde bir halifelik seçimi yapmak ve halifeye hiçbir yetki ve vazife verdirtmemeye çalışmıştı. Bu konuşmayla; “Biat” ve “Halifenin Yetkileri” meselesini gündemden çıkarmış, dikkati daha çok halifelik makamına çevirerek :”Fakat Türkiye’nin vazifesi Makam-ı Hilafeti kurtarmaktır. Bu bizim için bir dava-yı mahsustur (özel bir davadır)….” Demiş ve hem meclis yoluyla kendi fikirlerini gerçekleştirmenin önünde oluşacak bir engeli ustaca savmış hem de Hilafeti savunma pozisyonuna girip meclis havasına hakim olmuştu. Neticede bir seçim yapılmış, oylamaya katılan 162 üyeden 148’i Abdülmecid’e oy vermişti. 19 Kasım 1922 tarihinde Mustafa Kemal, TBMM riyaseti başlığıyla ve “Halife-i Müslimin” hitabıyla Abdülmecid’e bir telgraf çekip biatlarını iletmişti.

Evet! Peygamber’den (sav) sonra Hz. Ebubekir (ra) ile başlayan Halifelik, Muaviye ile birlikte saltanata tebdil edilmiş ancak İslam ahkamını esas alan sistem ve müesseseler ortadan kaldırılmamıştır. Halifelik makamına oturan kişi ile devlet idaresindeki zevat, eğer isterse İslam’ı hakkıyla tatbik edebilir, İslam adaletini toplum içinde tesis edebilirdi. Buna herhangi bir mani, devlet düzeni içinde yasal bir engel yoktu. Nitekim Ömer b. Abdülaziz halife olduğunda (ki Muaviye’den çok sonra idi) İslam ahkam ve adaletini tatbik etmiş, onun zamanında zekatlar (dağıtılacak yerler bulunmadığı için) çoğu kere devlet hazinesinde kalmış ve İslam alimlerinin çoğu onu hülafa-i raşidin’den (Raşit Halifelerden) kabul etmişlerdir.

Sıkıntı; Muaviye ile başlatılan saltanat geleneği ve buna paralel olarak devlet düzenine sokulan bid’atlar neticesinde, ehil olmayan insanların başa geçmesi sonucu İslam ahkam ve adaletinin hakkıyla uygulanmaması idi. Osmanlı padişahları her ne kadar İslam Halifesi ünvanına sahip olsalar da, bu geleneği sürdürmüşlerdir.

Ancak Mustafa Kemal bunlara değil, İslam’ın öngördüğü devlet düzenine tümden karşı çıkmış, ilahi kanunların hakimiyetini reddetmiş, beşeri kanunların hakimiyetini istemiştir. Bu nedenle Batı standartlı laik Cumhuriyet fikrini benimsemiştir. Yaptığı inkılapların tümü bu doğrultuda olmuş ve bu fikri gerçekleştirmek için yapılmıştır. Eğer iddia edildiği gibi İslam ahkamına ve İslam devlet düzenine karşı değil de Osmanlı padişahlarının yanlış ve gayri İslami uygulamalarına karşı olmuş olsaydı, yeni kurulan meclisi bu yönde yapılandırırdı ve İslam ahkamını esas alırdı, ayrıca İslami müesseseleri ve İslam’ın toplumdaki sosyal düzeni, gerçekleştirdiği inkılaplarla birer birer ortadan kaldırmaz ve İslam’ı yasaklı hale getirmezdi.

Halbuki Ankara’da meclisi kurup uygun ortam oluşturduktan sonra halifeliği kaldırdığı gibi, İslami bütün müesseseleri, İslam’ın sosyal hayattaki kural ve kaideleri, Kur’an ve İslam kültür külliyatının kendisiyle yazılmış olduğu Arap alfabesini ve hatta Müslümanların İslami gelenekten kaynaklanan kılık ve kıyafetlerini bile yasakladı.

Şimdi konumuz olan Halifeliğin kaldırılmasına dönelim.

Mustafa Kemal; kurtuluş savaşını yürütmek üzere geçici olarak kurulduğunu söylediği Ankara’daki TBMM’ni kurduktan ve yasama, yürütme, yargı yetkilerini bu meclise verdirdikten sona, firiklerini hayata geçirmek için en önemli zemin ve basamağı zaten oluşturmuştu. Yetkilerin kendisinde toplandığı meclis içinde süratli bir şekilde ortam oluşturdu ve ikna edebildiği insanları etrafına toplayarak etkinlik kurmaya çalıştı. Çoğunluğu Alim, Molla ve Şeyhlerden oluşan ilk meclisi, muhalif gördüğü bu kişilerden hızla temizledi. Ancak fikirlerini adım adım, ürkütmeden, İslam’a ve hilafete de toz kondurmadan meclise onaylattırarak hayata geçirdi. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanından sonra artık meclis onun istediği noktaya gelmiş, etkinliği artmış ve arzu ettiği ortam oluşmuştu. Artık Laik Cumhuriyetin önündeki en büyük egen olan hilafet müessesesini kaldırmanın zamanı gelmişti. Çünkü bu kaldırıldıktan sonra yeni cumhuriyet için Avrupa’dan alınacak yeni hukuk sistemi getirilecek ve İslam hukuku tamamen terk edilecekti.

Bu amaçla Mustafa Kemal; kendisiyle birlikte hareket eden üyeler vasıtasıyla meclisi harekete geçirdi. Hilafet kaldırılacaktı. Halbuki bundan bir buçuk yıl önce saltanat kaldırılırken, İslam ve Hilafet etrafındaki endişeleri bertaraf etmek için : “Makam-ı Hilafet bizim için en âli makamdır (en yüksek makamdır) ve Türk’ün başında ebediyyen bir Halife-i İslam bulunacaktır” demişti.

Hilafetin kaldırılacağı fısıltıları duyulunca gazetelere de manşet olmuş ve toplum içinde gündem oluşturup yoğun bir tartışma atmosferi oluşmuştu. Bu bilinçli yapılmıştı. Başta meclis olmak üzere toplum da buna alıştırılıyordu. Neticede meclis içinde yeteri kadar üye ikna olmuş ve hilafet makamı tartışılır hale sokulmuştu.

Ve Meclis, Hilafeti gündemine alarak toplandı. Meclis içinde etkili olan bazı üyeler Hilafetin kaldırılması üzerine hararetli konuşmalar yaptılar. Özellikle İslam Hukuk Profesörü ve İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Seyyid beyin, Mustafa Kemal’in istediği istikamette uzun bir konuşma yapıp Hilafetin şer’i değil, dünyevi olduğunu vurgulaması ve kaldırılmasını ısrarla istemesi mecliste etkili oldu. Netice itibariyle oylama yapıldı ve iki oy haricinde meclis üyeleri tarafından hilafetin kaldırılması kabul edildi. Tarih 03 Mart 1924…

İslam ve Müslümanlar açısından hayatı karartan kara bir gün olan bu tarihte, Mustafa Kemal, kara devrimlerine yeni birini daha, belki de en önemlisini ekliyordu. Böylece İslam devlet düzeninin temel taşlarından biri olan ve İslam ümmetinin birliğini sembolize eden hilafet makamı kaldırılmış oldu. Ümmet anlayışı reddedildi, ulus anlayışı tercih edildi.

Hilafetin kaldırılmasının İslam ümmeti üzerinde olumsuz büyük tesirleri olmuştur. Velev Osmanlı devletinde hilafet sembolik bir makam haline getirilmiş ve halifeler görevlerini ifa etmiyor idiyseler de. Bu kara devrimle Mustafa Kemal, İslam ümmetine ve İslam alemine çok büyük bir darbe indirmiş ve telafisi imkansız büyük zararlar vermiştir. Ümmet bilinci kırılmış, İslam aleminin birliği yönündeki duygular kararmıştır. İslam aleminde ümmet anlayışının kalkması ve ulus anlayışının yerleşmesinde ve günümüzde İslam aleminin ulus devletler şeklinde parçalanıp dağılmasında, bu kara devrimin etkisi inkar edilemez boyuttadır.



NOT : Bu yazıda, H.Hüseyin Ceylan’ın “Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri” adlı kitabından istifade edilmiştir
الرجوع الى أعلى الصفحة اذهب الى الأسفل
 
KARA DEVRİMLER -3
الرجوع الى أعلى الصفحة 
صفحة 1 من اصل 1
 مواضيع مماثلة
-
» KARA DEVRİMLER – 7
» KARA DEVRİMLER -1
» KARA DEVRİMLER -6

صلاحيات هذا المنتدى:لاتستطيع الرد على المواضيع في هذا المنتدى
منتديات جوهرة الاسلام :: türk kardeşler için-
انتقل الى: