SAKIN EVRİMİN BİR ALDATMACA OLDUĞUNU HERŞEYİ ALLAH'IN YARATTIĞINI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
Allah'ın varlığını kabul etmek istemeyen kimi insanlar, yeryüzündeki canlılığın varoluşu ile ilgili olarak tamamen akıl ve mantık dışı, bilimsel her türlü gerçekle çelişen bir "tesadüfler teorisi" ortaya atmışlardır. Evrim teorisi olarak isimlendirilen bu teori, yeryüzünde var olan tüm canlıların rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia eder. Oysa evrimcilerin asılsız iddiaları incelendiğinde, bu teorinin "canlılığın nasıl ortaya çıktığı" konusunda tek bir makul açıklama dahi getiremediği ortaya çıkar.
Akıl ve vicdan gözüyle canlılardaki kusursuz sistemler incelendiğinde karşımıza APAÇIK bir gerçek çıkar: Canlılar yaratılmışlardır. Evrimcilerin canlıların oluşumu ile ilgili tüm iddiaları geçersizdir. Dünya üzerinde evrim diye bir süreç kesinlikle yaşanmamıştır. Tüm evren üstün akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından, benzersiz bir şekilde yaratılmıştır ve evrim sadece bir aldatmacadır. Bu, kesin bir gerçektir.
Canlılıkla ilgili tüm bilimsel ve mantıki deliller APAÇIK BİR YARATILIŞI göstermesine rağmen, hala ısrarla evrimi savunmaya devam edenler vardır. Bu bölümde bilime bağlı olduklarını iddia eden kimi insanların, gerçekleri görmezden, anlamazdan gelerek nasıl akıl dışı iddialar öne sürebildiklerine göreceğiz. Ve körü körüne bağlı oldukları, geçersizliğini anlamazlıktan geldikleri teorinin, 20. yüzyılda gelişen bilim sayesinde nasıl temelinden yıkıldığına şahit olacağız.
Sakın Allah'ın varlığını reddetme çabası içinde olan bu insanların yanılgısına düşmeyin ve siz de herşeyin Yaratıcısı'nın Allah olduğunu, evrim diye bir sürecin yeryüzünde asla yaşanmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler, canlıların iki temel mekanizma sayesinde evrimleştiklerini iddia ederler. "Doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar".
Doğal seleksiyon, yapısı doğal şartlara uyum sağlamayan canlıların bir süre sonra yok olacağını, yapısı uygun olanlarınsa nesillerini devam ettireceğini öne sürer. Oysa bu iddianın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Doğal seleksiyon mekanizması vasıtasıyla ancak var olan bir tür içinde güçsüz olanların elenmesi , sonuç olarak güçlü bireylerden oluşan bir topluluğun ortaya çıkması sağlanır. Yani doğal seleksiyon sonucunda doğada herhangi yeni bir canlı türünün oluşması söz konusu değildir.
Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Ünlü bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson doğal seleksiyonun anlamsızlığını şu ifadeleriyle kabul etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmaları ile yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu budur.
Evrimcilere göre evrimsel değişikliklerin diğer kaynağı, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Küçük mutasyonların ardarda eklenerek yeni türler ortaya çıkardığını iddia ederler. Oysa mutasyonlar hücredeki tüm bilgilerin kodlu olduğu DNA’da sadece tahribat yaparlar. Mutasyonların net etkisi her zaman zararlıdır, yeni bir tür oluşturmaları da kesinlikle mümkün değildir. Mutasyonlar sonucunda sadece mongolizm, albinizm, cücelik, kanser gibi hastalıklar ve sakatlıklar ortaya çıkabilir. Yakın geçmişte Nagazaki ve Hiroşima’da kullanılan nükleer silahların etkisiyle oluşan radyasyonun canlılarda meydana getirdiği mutasyonlar bunun kesin birer örneğidirler.
Bu bilgiler ışığında evrimcilerin evrimleştirici olarak öne sürdüğü iki mekanizmanın da gerçekte hiçbir anlam ifade etmediğini ve yeryüzünde canlıları evrimleştirebilecek bir mekanizmanın var olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler yeryüzündeki bütün canlı türlerinin, uzun bir zaman süreci içinde birbirlerinden evrimleşerek ortaya çıktığını iddia ederler. Teorinin bu iddiasının geçerli olabilmesi için, geçmişte sayısız ara türde canlının yaşamış olması gereklidir. Yani bildiğimiz canlıların yanında, yarı balık-yarı sürüngen, ya da yarı sürüngen-yarı kuş canlılar ortaya çıkmış olmalıdır. İşte evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıkları "ara-geçiş formu" olarak adlandırırlar.
Eğer bu hayali canlılar geçmişte gerçekten yaşamışlarsa, bu canlıların kalıntılarına fosil kayıtlarında da rastlanması gerekir. Çünkü şimdiye kadar yaşamış olan milyonlarca hayvan türünün fosillerine, dünyanın her yerinde rastlanmaktadır. Ama ne ilginçtir ki bugüne kadar yapılan araştırmalarda, büyük çoğunluğu bulunmuş olan fosil kayıtlarının içinde, evrimcilerin geçmişte yaşadıklarını iddia ettikleri ara geçiş formlarından tek bir tane bile bulunmamaktadır. Diğer canlıların fosil kayıtları son derece zenginken, ara-geçiş formu olduğu iddia edilen hayali canlılara ait tek bir fosil kaydı bile yoktur.
Bugüne kadar tek bir ara geçiş fosilinin bile bulunamamış olmasının, evrimci iddiaları tamamen saf dışı bıraktığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimcilerin hayali senaryosuna göre, bazı balıklar çeşitli nedenlerle sudan karaya geçme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu ihtiyaç üzerine balıklarda değişmeler başlamış ve zamanla karaya çıkarak burada sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Bu, evrimcilerin sudan karaya geçiş masalının kısa bir özetidir. Şimdi kısaca bir düşünelim: Bir balık bir gün karaya çıkmaya karar verirse ne olur? Yavaş yavaş sahile yaklaşan, sonra kumlara doğru ilerleyen, en sonunda da karaya çıkan bir balığın başına neler gelebilir? Kuşkusuz bu sorunun cevabı açıktır: Bir balık bilerek (!) veya bilmeyerek karaya çıktığında kısa bir süre içinde ölecektir. Hemen arkasında başka bir balık aynı şeyi denediğinde, o da ölecektir. Bunu milyonlarca yıl boyunca milyarlarca balık da denese sonuç değişmeyecektir; karaya ulaşan her balık başka bir şey yapmaya fırsat bulamadan kısa bir süre içinde ölecektir. Bu APAÇIK bir gerçektir.
Üstteki çizimde ifade edilen denizyıldızının balığa dönüşmesi iddiası, tamamen hayal gücünün ürünüdür. İlk sırada gördüğünüz denizyıldızının ve en sonda gördüğünüz balığın sayısız fosili mevcuttur. Ama yarı deniz yıldızı-yarı balık olarak gösterilen canlılar birer çizimden ibarettir. Ara geçiş canlısı oldukları iddia edilen bu çizimlere benzer tek bir fosile dahi rastlanmamıştır. Çünkü bunların tek bir örneği dahi yeryüzünde hiç yaşamamıştır. |
Ayrıca bugün bilimsel olarak da ispat edilmiştir ki, anatomik ve fizyolojik açıdan birbirinden tamamen farklı yapılara sahip olan bu canlıların birbirlerinden türemiş olmaları söz konusu olamaz. "Bir su canlısı neden bir kara canlısına dönüşemez?" sorusunun cevabını şöyle özetleyebiliriz:
1. Ağırlığın taşınması: Karada yaşayan canlılar enerjilerinin %40’ını vücutlarını taşımak için kullanırlar. Denizlerde yaşayanlarsa ağırlıklarını taşımak zorunda değildirler. Her iki canlının birbirlerinden tamamen farklı kas ve iskelet yapıları vardır, bu yüzden bulundukları ortamlarda hiç zorlanmazlar.
2. Sıcaklığın korunması: Bir kara canlısının karadaki sık değişen iklim şartlarına uygun bir metabolizması vardır. Oysa denizlerde ısı çok yavaş değişir. Bu yüzden karada yaşayan ve suda yaşayan canlıların metabolizmaları çok farklı çalışır. Böyle bir değişimin tesadüfen oluşması imkansızdır.
3. Suyun kullanımı: Su ve nem karada az bulunduğu için kara canlıları tarafından idareli kullanılır. Örneğin derileri suyu idareli kullanabilecekleri bir yapıya sahiptir. Ayrıca kara canlılarında susama duygusu vardır. Oysa su canlıları, su ortamında yaşamaya uygun bir deriye sahiptirler. Kuruluğa dayanamazlar, ayrıca susama duyguları da yoktur.
4. Böbrekler: Su canlıları vücutlarındaki artık maddeleri, derilerinden süzerek bulundukları ortama atarlar. Oysa kara canlıları kusursuz bir böbrek sistemine sahiptirler. Tüm kompleks yapısıyla bir böbreğin tesadüfen meydana gelmesi ise ihtimal dışıdır.
5. Solunum sistemi: Balıklar suda erimiş halde bulunan oksijeni solungaçlarıyla alırlar. Karada yaşayan canlılarda ise kusursuz bir akciğer sistemi mevcuttur.
Bir balık günün birinde sürünerek karaya çıkarsa başına ne gelir? Elbette bu balık karaya çıktıktan birkaç dakika sonra ölür. Bu her insanın hiç düşünmeden cevap verebileceği bir sorudur. O halde bu balığın bir tesadüf eseri yıllarca ölmeden karada bekleyip, günün birinde bir sürüngen olarak yaşamaya başladığını iddia etmek elbette akıl, mantık ve bilimsel gerçeklerle uyuşmaz. |
Sonuç olarak, balıklar her zaman balıktırlar, sürüngenlerse her zaman sürüngen. Bir balığın asla bir yılana ya da bir kertenkeleye dönüşmesinin mümkün olmadığını, bunun sadece masallarda gerçekleşebileceğini sakın evrimciler gibi anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler bir kuşun tüyündeki kusursuz yapının bile nasıl oluştuğunu açıklayamadıkları halde, kuşların sürüngenlerden evrimleştiklerini iddia ederler. Bu, son derece asılsız bir iddiadır. Sürüngenlerin her zaman sürüngen, kuşların ise kuş oldukları fosil kayıtlarından kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Ayrıca sürüngenlerle kuşlar arasında da, balıklarla sürüngenlerde olduğu gibi son derece büyük farklılıklar vardır. Pek çok fizyolojik ve anatomik farklılıktan dolayı böyle bir geçiş mümkün değildir. Birkaç örnek vermek gerekirse;
-Kuşların sürüngenlerden çok farklı bir akciğer yapıları vardır.
-İskelet yapıları sürüngenlerden tamamen farklıdır; örneğin kuşların kemikleri, sürüngenlere göre çok hafiftir.
-Kuşların tüyleri, sürüngenlerin ise tüylerle hiçbir ilgisi olmayan pulları vardır.
Kısacası bir sürüngenin ön ayaklarının kanatlara dönüşmesi ve sonrada uçmaya başlaması masalının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Sakın evrimci masallara kanmayın ve bir sürüngenin hiçbir zaman bir kuşa dönüşemeyeceğini anlamazlıktan gelmeyin.
Buraya kadar anlattıklarımızın dışında evrim teorisini asıl olarak temelinden çökerten bir gerçek daha vardır. Evrimciler dünya üzerindeki canlı yaşamının nasıl başladığı konusuna bir açıklama getirememektedirler.
Bilindiği gibi tüm canlılar hücrelerden oluşurlar. Örneğin bir insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunur. Hücrelerin temel yapıtaşları ise proteinlerdir. Bir hücrenin varlığından söz edebilmemiz için çok sayıda proteinin var olması gerekir. Çünkü her hücrede yüzlerce farklı çeşitte protein mevcuttur. Bu proteinlerin ise asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıları ve çok özel bir tasarımları vardır. Proteinler "amino asit" ismi verilen daha küçük moleküllerden oluşurlar. 50 amino asitten oluşan proteinler olabildiği gibi, binlerce amino asitten oluşan proteinler de vardır. Ancak proteinlerin var olabilmesi için amino asitlerin rastgele biraraya gelmeleri de yeterli değildir. Aksine bir proteini oluşturan amino asitlerin her birinin belirli bir dizilime uygun olacak şekildebiraraya gelmeleri şarttır. Tek bir amino asitin eksik ya da fazla olması veya herhangi birinin yer değiştirmesi proteini işe yaramaz hale getirir.
Bu gerçekler karşısında, proteinlerin oluşumu ile ilgili çeşitli ihtimal hesaplamaları yapan bilimadamları tek bir proteinin dahi tesadüfen oluşamayacağı gerçeğini kabul etmişlerdir.
Örneğin, bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden oluşan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün içerdiği amino asitler 10300 farklı biçimde dizilebilir. (Bu, 1 rakamının sağına 300 tane sıfır gelmesiyle oluşan astronomik bir sayıdır.) Ancak bu dizilimlerden yalnızca bir tanesi söz konusu proteini oluşturur. Dolayısıyla bu örnekte verdiğimiz protein moleküllerinden yalnızca bir tanesinin tesadüfen meydana gelme olasılığı 10300'de bir ihtimaldir. Bu ihtimalin pratikte gerçekleşmesi ise imkansızdır.
Hücrelerin yapıtaşı olan proteinlerden tek bir tanesinin bile evrimin asılsız iddialarıyla meydana gelmesinin imkansız olduğunu, dolayısıyla evrimci iddialarla canlılığın oluşmasının mümkün olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.