Geçen hafta Gazze'de Ensarullah namıyla zuhur eden bir gruba karşı meşru Gazze idaresinin düzenlemek zorunda kaldığı bir operasyon, istenmedik şayiaların ortaya çıkmasına neden oldu.
Elbette küfrün tüm kuvvetiyle Müslümanlara yüklendiği bir zamanda ismen bile olsa Müslümanlar arasında cereyan edebilecek her hadise enerji tüketmektir, hedeflerden sapmaktır. Lakin dış saldırılarla bertaraf edilemeyen Müslümanlara karşı içten yıkma projelerinin uygulandığını da unutmamak lazımdır.
Yer Gazze olunca, İslam adına çıkıp da HAMAS'ı mahkum ederek “emirlik” ilanında bulunacak kadar laubalilik içerisine girilirse doğrusu bunun altında iyi niyet aramanın da imkanı kalmamaktadır.
Özellikle HAMAS'ın seçimleri kazanmasından sonra sergilenen sabote hareketlerinin seyri az çok bilinmektedir. Siyonist rejimin son Gazze katliamının amacı da burayı tamamen çökertmekti. Ancak tüm yıkıcı saldırılara rağmen Gazze direndi ve Allah'ın izniyle düşmanların artık “nihai darbe” tehdit dönemi geride kaldı.
Gazze şu anda görece bir sessizlik yaşıyor. Zımni bir ateşkes sürüp gidiyor. Bu süreç geçen yıl da işlemiş ve süresi belli bir ateşkes hüküm sürmüştü. Ancak ne hikmettir ki saldırıların yoğun olduğu dönemlerde ortaya çıkmayan “iç kargaşa aktörleri”, zahiren de olsa sükunetin oluştuğu ortamlarda hemen beliriveriyor. Aslında bu durum bir tesadüf değildir. Düşman ateşkes sürecinde de olsa Gazze üzerinden elini çekmediğini/çekmeyeceğini göstermiştir. Dış saldırı araçları askıya alındığı anda saldırının içteki dinamikleri harekete geçirilmektedir. Doğmuş aşiretinden bir grubun başına buyruk hareketleri ve düzeni kaosa sürükleme çabaları her ne kadar “Ceyşül İslam” kılıfı ardına gizlenmek istendiyse de aslında bunun dış güdümlü istikrarsızlaştırma atakları olduğu açığa çıkarıldı ve tasfiye edildi. Kısa bir zaman sonra taşkınlık hareketlerinin bir başka köşesinden tutan Hillis ailesinin vardığı nokta, keza Gazze'yi istikrarsızlaştırma planlarının titizlikle yürütüldüğünün bir başka kanıtıydı.
Geçen hafta Ensarullah namıyla çıkıp “emirlik” ilanında bulunan ve HAMAS yetkililerinin açıklamalarına göre hiçbir şekilde diyaloga yanaşmayan “radikal tekfirci” akımın durumu, salt selefi akımın klasik mantığı içerisinde değerlendirilemeyecek nitelikler taşımaktadır.
Toptan tekfircilik mantığı ile hareket eden gruplar elbette İslam dünyasının bir gerçeğidir. Ancak bunların da yaklaşım biçimlerine göre farklılıklar arzettiği bilinmektedir.
Cihadçı geçinen sözde gruplar neden hem siyonist hem de işbirlikçi Abbas zulmü altında inleyen Batı Şeria gibi bir yerde çıkmıyor da Gazze gibi istikrarı bozulmaya çalışılan bir bölgede çıkıyor?
Direnişin dişiyle tırnağıyla işgalci ve işbirlikçilerini defettiği; dış saldırılara rağmen iç sarsıntılarla istikrarsızlaştırılması hedeflenen Gazze, acaba Batı Şeria'ya ya da bugünlerde adım adım boşaltılmaya çalışılan Doğu Kudüs'e göre cihad farizası için daha evla bir yer haline mi geldi?
İslam dünyasına yönelik tüm dizayn politikalarının kavşak noktasında bulunan, AB'sinden ABD'sine, Arap ülkelerinden diğer işbirlikçi kesimlere kadar herkesin ajandasında komplolara maruz kalacak bir numaralı yer olarak işaretlenen Gazze ve HAMAS'ın konumu gözardı edilerek “İslam Emirliği” ilan etmek, çılgınlık derecesine yükselen bir güdümlülük değilse eğer başka ne olabilir?
İşbirlikçi Fetih yönetimine yönelik bir kınama mesajı dahi olmamış, siyonist katile bir tek kurşun sıkmamış şaibeli kişi veya oluşumlar neden Gazze'yi üs edinmekten hareketle Hamas'a yönelik “tekfir” taarruzunda bulunmakta, namlunun ucunu gösterme gereği duymaktadırlar?
Aslında bunun gibi soruları daha da çoğaltmak mümkün. Bunun sebeplerini çoğaltmak da mümkün. Abbas yönetiminin, Gazze dramına karşı kimi zaman uluslar arası platformlarda baş gösteren hassasiyete paralel olarak “El Kaide Gazze'ye yerleşti” şeklindeki yalan beyanatları, her ne olursa olsun kendince Gazze'ye acınmaması gereğini ortaya koymaya matuf beyanatlardır. “El Kaide yerleşti” şayiaları, acımasız dış saldırıların ve de hukuksuzlukları örtmenin en geçerli akçesi haline getirilmiştir.
El Kaide olmasa bile El Kaide'ye mal edilen sahte selefi grupların bir proje dahilinde üretilip bölgeye salma projelerinin de bulunduğunu unutmamak lazım. Nitekim Lübnan'da direnişin gücünü kırma amaçlı bir Prens Bender - Cheney ortak projesi olarak Suud sermayesi destekli, Washington programlı kimi sahte grupların piyasaya sürülmeye çalışılması bilinen bir senaryodur.
Aynı şekilde haklı direnişi bulandırma ve dengeleri Batı ile Arap krallıkları lehine değiştirme amaçlı Irak'ta da benzer senaryoların uygulandığını, bunun sonucunda direnişten çarşı/pazar/Cami bombalamaya doğru sapmaların baş gösterdiğini tüm İslam dünyası ibretle izlemek zorunda kaldı.
Radikal tekfircilik mantığının haklı direnişi ve meşru savunmayı terörize etmek suretiyle perde gerisindeki siyasi kurguların ürünü olduğu gerçeği ortadayken Gazze gibi bir yerde uçuk talepler/söylemlerle ortaya çıkmanın Filistin davasına ne kadar zarar vereceğini herhalde en iyi HAMAS takdir edecektir/etmiştir